
Gün, usulca geceye teslim olurken, denizin kıyısında iki gölge sessizce yan yana oturuyordu. Gecenin mavisiyle iç içe geçmiş sular, kıyıya vurdukça kalp atışı gibi yankılanıyordu. Genç kadın, gözlerini ufuktan ayırmadan konuştu; ama sesi, çok daha derinden -kendi içinden- geliyordu. Sonra başını çevirip E2’in gözlerine baktı; o bakışta hem bir kırgınlık hem de çaresiz bir arayış vardı. Dudakları titreyerek fısıldadı:
“Sence… insan doğru bildiği şey uğruna herkesle arasına duvar örüyorsa… bu yalnızlığa gerçekten değer mi?”
E2, gözlerini onunkilerden ayırmadan cevap verdi. Sesi, hem sert bir uyanıştı hem de içten gelen bir sevgiydi; acıtan ama sahip çıkan bir hakikatin sesiyle konuştu:
Ey kendini yalnız hisseden aykırı! Sana hitap ediyorum, çünkü senin yalnızlığın kendi kabuğuna çekilmek değil, yanlış bir dünyanın ortasında doğrularla yanmaktır. Çünkü yanlış bir dünyanın ortasında doğru kalmak, hakikatin ilk bedelidir. Ah, ne zor iştir bu ateşin içinde dimdik kalmak!
Ama bazen… evet, bazen sen bile inanmıyorsun kendi söylediklerine. Bir gece geliyor, “Acaba yanlış yolda mıyım?” diye fısıldıyor kendi karanlığın. Ve işte tam o anda aykırılığın gerçek bedeli başlıyor: Şüphe!
Sen ki, kendini çoğunluğa benzetmeyen ama hâlâ onların bakışlarında kendi yetersizliğini arayan… Ne acı bir çelişki bu! Utandığın şey, onların yücelttiği yalandan farklı olduğun içindir. Ne tuhaf bir hüzün bu: Kendi yüceliğinden utanmak!
Ama unutma: Sana gülüyorlarsa, belki de doğru yoldasındır. Çünkü aykırılığı anlamayanların ilk refleksi yeteneği küçümsemektir. Ey şaşkın ruh! Ne zamana dek kendini küçülteceksin başkalarının terazisinde?
Sen ki, çoğunlukla aynı dili konuşmazsın ama hâlâ onların alkışını beklersin. Ne tuhaf! Hem kırbaçtan korkarsın, hem zincirini süslersin.
Ey çok sevilen! Hayır! Alkış bekleme; yıldızlar da sessizlikte parlar. Değerli olan çoğu zaman sessiz büyür; onay arayışı seni ışığından uzaklaştırır. Ey sen, kendi ışığını gölgeye saklayan! Ne zaman kurtulacaksın bu budalalığın sevdasından?
Kendini doğuracak sancının kıyısında durursun; bir ateş gibi yanmaya hazır değil, bir kül gibi savrulmaya yakın… Ama bil ki: Kendini doğuracak acıya razı olmayan, kendini hiçbir zaman bilemez. Çünkü yıkılmadan yaratılmaz; kendini baştan inşa etmek, önce dağılmayı göze almakla mümkündür. Ah! Ne büyük bir mucizedir, yıkıntılardan yükselen yeni bir ben!
Ey kalabalığın içinden kaçıp da kendi içine sığınamayan! Bil ki, doğru olmak yalnız olmakla aynı şey değildir, ama doğru kalan hep yalnızdır. Ama içindeki yıldızlara gebe kaldıysan, karanlık geceye şükretmeyi öğrenmelisin. Çünkü yalnızlık, çoğunlukla kendine sadık kalmanın ödülüdür. Ey yalnızlık! Sen kimi yıkarsın, kimi doğurursun!
İşte bu yüzden soruyorum sana: Yaratmak mı istiyorsun? O halde yıkılmaya razı ol! Kendin olmayı mı istiyorsun? O halde senden önce dayatılan her Sen’e savaş aç!
Evet! Kendine bir ad ver ve var ol! Başkasına benzemek seni görünür kılmaz; gerçeklik, ancak kendine sadakatle başlar. Evet! Kendi ismini koymaktan korkma. Ey şaşkın, başkasına dönüşerek özgür olacağını mı sanırsın?
Çünkü ne bedenin bir suçtur ne de arzuların. Suç; kendini inkâr ederek başkasının suretinde var olmaktır. Suç; ömrünü taklit ederek geçirmek, adını hiç koyamadığın bir benlik içinde çürümektir.
Hayır! Zincirini süsleme, onu kır! Boyun eğmenin makyajı da zincirdir ve süslenmiş esaret, özgürlük değildir. Ha ha! Ne güzel parlıyor esaretin altın halkası değil mi?
Ve işte bazen… bu kadar yanmanın ardından bir serinlik ister insan. “Biraz rahat etsem,” dersin, “biraz unutsam bu yükü.” Ama unutma: O rahatlık seni senden eder. O serinlik, yaktığın kendini boğar. Ah! Ne zor iştir hem yanmak hem de devam etmek.
Ey doğru bildiği yanlışlarla çevrelenmiş olan! Onların çokluğu seni yanıltmasın. Sen yalnızsın diye yanlış değilsin. Ve sakın başkalarının kabulüne duyduğun özlemle, kendi içindeki yeteneği küçümseme!
Bil ki, ilk adım hep garip gelir, çünkü bastığın toprak henüz hiç kimsenin yürümeye cesaret edemediği bir yerdir. Hadi! Mutsuzluğu bırak, benzersizliğini kabul et! İnsanların yabancılaşması, senin yanlışlığın değil, aykırılığının göstergesidir.
Onlar küçümsedi seni ama bari sen kendini onların gözleriyle küçümseme!
Ey ilk adımı atan! Senin titreyen dizlerinle açılır yollar. Çünkü onlar düzenin adamlarıdır; sen ise değerlerin savaşçısı. Onlar yasaları ezberler; sen kendi erdemini terle yazarsın. Onlar sayıyla övünür; sen bir başına devrim taşırsın içinde.
Çoğunluk bir sayıysa, sen bir niyet ol! Çünkü sayı çokluğu haklılık getirmez; az olmak değil, derin olmak değerlidir. Ah! En önde tek başına yürüyen, kalabalığın yönünü değiştirmez mi?
Ey aykırı! Ey dışlanan, yadırganan, gülünç bulunan! Kendi yolunu yürümek istedin diye seni küçümsediler. Ama unutma: Yalnız yürüyen, yolunu büyütür.
Ve sen eğer yalnızsan, belki de en çok sen kendine sadıksın. Hatırla! Yalnız yürüyenler, başkalarının yürüyemediği yolları açar. Evet! Asıl öncüler onlardır! Ve hayır! Bu yollar sana acı vermek için değil, seni kendin yapmak içindir.
Artık seni kandırmalarına da izin verme: Erdem sana aitse, adını haykırma! Sessizce yaşa onu – çünkü hakiki olan, gösterilmeye değil, var edilmeye ihtiyaç duyar.
Evet! Erdemini anlatma, yaşa! Çünkü erdem söylemle değil, eylemle büyür. Sen, görünmeden var olandan daha fazlasısın; sessizliğiyle yankı uyandıran, gözükmeyerek öğreten bir hakikatsin.
Kendini de suçlama! Çünkü senin içindeki karanlık, bir mezar değil, doğum sancısıdır. Unutma! Krizlerin kökünde çöküş değil dönüşüm varsa, karanlık, seni yeniden doğurmaya hazırlanıyordur. Ey içindeki sancı! Seninle ümitli bir yıldız doğacak belki de.
Ve bil ki: Senin için zor olan, insanların değil, senin içindeki zincire alışmış kendindir. Hayır! İçindeki zinciri tanımazsan, hiçbir kapı seni özgür kılmaz. Dışsal kurtuluş, içsel esaretle anlamını yitirir. Ha ha! Ne garip özgürlük bu: Kapısı açık ama yüreği kilitli olan!
Yürü şimdi! Ama öyle yürü ki adımları geride kalanlar, kendilerini sorgulasın! Hayır! Adımların yürüyüş olmasın; ayak izlerin sorgu bıraksın. Ve öyle sus ki, Onların bağırışı, senin sessizliğinde boğulsun! Sessizliğin, bağıranların gürültüsünü boğsun! Evet, ey suskunun çığlığı! Dilsizliğinle haykır en acı hakikati!
Ey kendini yeniden doğurmak isteyen! Bu zamanda senin gibi olanlar, ateşe atılmak için değil, küllerinden yüce bir medeniyet kurmak için yanarlar. Yan! Ama kendi iç ışığınla. Yık! Ama kendin olmak için. Başkalarının onayıyla değil, iç ışığınla yan! Ve unutma: Bütün yıldızlar önce yanar, sonra parlar.
Ve söyle herkese: Yalnız yürüyenler korkmasın! Çünkü yollar da yalnız başlar. Ey çok sevilen! Yol arama, yol ol! Bekleme, başlat. Senin yürüyüşün, başkaları için yön olsun, değerlere çağıran.
Ha ha! Evet, işte budur devrim: Sessizce yürüyen birinin, gürültüyle uyanan yankısıdır bu! Ne bir söylemin coşkusu, ne de bir kalabalığın alkışı – sadece bir adım, ama düzeni sarsarak yıkan bir adım!
14 Mayıs 2025
Kartal, İstanbul